Ebû Muhammed bin Ubâde hazretleri hadis hâfızıdır. Basra’da doğdu. Süfyân-ı Sevrî, Mâlik bin Enes gibi meşhur âlimlerden hadis ilmi tahsil etti ve yüz binden fazla hadis-i şerifi râvileriyle birlikte ezberleyerek hadis hafızı oldu. 205’te m. 820) Basra’da vefat etti. Şöyle nakleder:
“Hazreti Osman (radıyallahü anh) şehid edildiği gün, kendisi evinin muhasara edildiğini anladı. Muhasara edenlere hitaben, “Hak teâlâya yemîn ediyorum ki, siz bilmiyorsunuz. Resûl-i ekrem (sallallahü aleyhi vesellem) Medine’yi teşrîf etti. Rûme kuyusundan başka içilecek tatlı su yoktu. “Kim Rûme kuyusunu satın alır, kendi kovası ile Müslümanların kovasını aynı tutarsa, ona Cennetteki kovası, Rûme kuyusundaki kovasından hayırlı olur” buyurdular. Kendi param ile o kuyuyu satın aldım. Siz, bugün beni o kuyunun suyunu içmeye bırakmıyorsunuz. Deniz suyu gibi tuzlu su içiyorum” buyurdu. Hepsi birden, “Evet öyledir” dedi
Hamza Nigâbî Efendi Osmanlı velîlerinden olup Şerif’tir. Karabağ’da doğdu. Amasya ya giderek Nakşibendî-Halidî şeyhi İsmail Şirvanî hazretlerine talebe oldu. İcazet alarak halifelik verildi ve insanları irşad etmesi için Harput’a gönderildi. 1304 (m.1886)’da orada vefat etti. Cenazesi Amasya ya nakledildi. Eserlerinden “Nigârname” meşhurdur. Bu kitabında şöyle anlatır:
Allah yolunda bulunmak isteyene, önce lâzım olan şey, itikatını düzeltmektir. Doğru itikat, Ehl-i sünnet âlimlerinin, Kur an-ı kerimden ve hadis-i şeriflerden ve Eshâb-ı kirâmdan öğrendikleri, anladıkları itikattır. Kur ân-ı kerimin ve hadis-i şeriflerin manasını doğru anlayan, doğru yolun âlimleridir. Bunlar da, Ehl-i sünnet vel-cemaat âlimleridir. Bunların anladığı, bildirdiği manalara uymayan her şeye, akla, fikre, hayâle iyi gelse de ve tasavvuf yolunda keşif ve ilhâm ile anlaşılsa da, hiç kıymet vermemelidir. Bu büyüklerin anlad
Pîrîzâde İbrâhim Efendi Hanefî fıkıh âlimidir. Aslen İstanbullu olup, 1022’de (m. 1613) ailesinin ziyaret için bulunduğu Medine’de doğdu. Burada hadis ve fıkıh ilmi tahsil etti. Birçok âlimden icâzet aldı. Uzun yıllar Mekke müftülüğü yaptı. 1099’da (m. 1688) vefat etti. Buyurdu ki:
Hadis-i şerifte,
(Allahü teâlâ, Âdem i kendi sûretinde yarattı) buyurdu. Allahü teâlâ, madde değildir. Benzeri yoktur. Nasıldır denilemez. Âdem in ruhu, kendi hülâsası, özüdür. Allahü teâlâ, Âdem in ruhunu bilinemez, nasıldır denilemez olarak yarattı. Allahü teâlâ mekânsız olduğu gibi, ruh da mekânsızdır. Ruh da madde değildir. Ruhun bedene bağlılığı, Allahü teâlânın âlem ile olması gibidir. Ne içindedir, ne dışındadır. Ne bitişiktir, ne ayrıdır. Yalnız onu varlıkta durdurmaktadır. Bedenin her zerresini diri tutan ruhtur. Bunun gibi, âlemi varlıkta durduran, Allahü teâlâdır.
Bâlî Sultan, Mevleviyye tarîkatı şeyhlerindendir. Küçük yaşta Mevleviyye tarîkatı büyüklerinin mânevî bakışlarına kavuştu ve icâzet aldı. 890 (m. 1485)’de Afyonkarahisar’da vefât etti. Sohbetlerinde Mesnevî’den anlatırdı. Buyurdu ki:
Görmek ve körlük de çeşit çeşittir. Vah yazık o göze ki zerreyi görür de güneşi görmez. Uzaktakini tanır da yakındakini bilmez. Önemsizin farkındadır önemli olandan gafil. Mahluk da Halıka göre zerreden bile kemdir. Yaratılmışı görüp yaratanından gafil olmak! İşte gerçek körlük budur!..
Fahrüddîn İbn-ül-Fahr hazretleri hadîs ve Hanbelî mezhebi fıkıh âlimidir. 685 (m. 1286) yılında Lübnan’da Ba’lebek’te doğdu. 732 (m. 1332) yılında Şam’da vefât etti. Naklettiği hadis-i şeriflerden bazıları:
Osmân bin Maz’ûn’un “radıyallahü teâlâ anh” bir oğlu vefât etti. Ondan dolayı üzüntüsü çok olup, mahzûn oldu. Evinde bir mescid binâ etti. Orada ibâdet ederdi. Resûlullah efendimiz “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” işitip, buyurdu ki: (Onu benim yanıma getirin. Onu Cennet ile müjdeleyin!) Sonra onu, Resûlullah efendimizin yanına götürdüler. Resûlullah efendimiz ona buyurdular ki: (Bil, yâ Osmân ki, muhakkak Cehennemin yedi kapısı vardır. Ve Cennetin sekiz kapısı vardır. Cennet kapılarından her birine gittiğinde, oğlunu orada görüp, Allahü teâlâdan sana şefaat eder hâlde olduğunu görmeye râzı olmaz mısın!) Osmân bin Maz’ûn “radıyallahü teâlâ anh” yâ Resûlallah;