Dinlemek bir bütün olarak muhatabın samimiyetini yahut samimiyetsizliğini, tecrübelerini, kişiliğini, karakterini tanımamıza fırsat verir. Dinlediklerimizden ona göre dersler hükümler çıkarabiliriz. Oysa seyretmek çoğu zaman her şeyimizle teslim olmaya kadar gider ve gitmektedir. Televizyon ve internet dünyası gücünü muhatabının sorgulayamamasından, muhakeme etmeye fırsat bulamayışından, ilk anda vermek istediklerini kolayca kabul ettirmesinden alır.
Bu coğrafya irfan geleneğinin yoğurduğu nesillerle doludur ve bunun en büyük özelliği söz medeniyetinin ağırlığıdır. Konuşmasında âyetten hadisten bahseden, Hazreti Mevlâna’dan Yunus’tan misaller getiren, gönül erleri Abdülkadir-i Geylani, İmam-ı Rabbani hazretlerinden iktibaslar yapan Necip Fazıl’dan şiir okuyan vb. bir konuşmacının sıcaklığını, samimiyetini, o efsunlu camlardan ve ellerde dolaşan akıllı telefonlardaki sanal ortamlardan alamazsınız. Bu husu
Bugün yaşadığımız sürecin ağırlığını neoliberalizmin pompaladığı bağımsızlık ve rekabet inancında ve gerçeklikten kopuşla açıklayabiliriz ancak. Yalnızlığa tahammülsüzlük de, boşluk duygusu da, kimlik karmaşası da ancak bu meselelerin çözümüyle hafifletilebilir.
Evet, toplumsal bir rahatsızlık var. Kimse kimseden memnun değil ve herkes birbirini kibar olmamakla suçluyor. Sert atışmalar, ters cevaplar eşliğinde yaşayan toplum hâline dönüşüyoruz. “Yeterince benzer düşünen ve yeterince kibar olan insanlarla yaşamak istiyoruz” diye anlıyorum tüm bunları görünce. Herkes bağımsız, hür ve teklik peşinde ancak ülkelerde yaşamak böyle bir şey değil. İstanbul trafiği ile yüzleşmiş herkes bilecektir. Düşünü kurduğunuz teklik, ya da her ne olası şey ise İstanbul trafiği kadardır. Birbirimize bağlıyız ancak çok uzağız. Nezaket, kibarlık ise bu ölçek kadar.
Evlilikte de sorun çok ama esas sorun “ego” savaşlarıdır, benmerkez kavgasıdır… “Benim dediğim olsun” inatlaşmasıdır. Neymiş ki de neymiş… Kişilik önemliymiş… Kendisine söylenen söz kişiliğini zedelermiş… Ah be ablacığım, ah be adamcağızım… Sen kişiliğinin zedelendiğini düşünüyorsun ama… Verdiğin o kavgayla bilmem farkında mısın, evliliğini zedeliyorsun! Sahi onu neden düşünmüyorsun?
Ama bir sorun daha var ki o da erkeğin sorumsuzluğu… Dert yanıyor bir abla bakın, evliliğinden… Ama bir o kadar da sabretmiş, belli konuşup söylediğinden… Tam yirmi yıllık evlilik söz konusu… Bu abla, yirmi seneden beri koca kahrını çekiyor, doğru… Nasıl bir insan mı bu kadının kocası? Bakalım bir yakından neymiş karın ağrısı?
Popüler kültür noktasında Sosyoloji ve felsefe profesörü Theodor W. Adorno kültürel ürünleri şöyle niteler: Bu gösteri hiçbir zaman yerine getirilmeyecek bir vaatten ibarettir; tıpkı yemek yemeye gelen müşterinin menüyü okumakla yetinmesini beklemek gibi.
Popüler kültür ve sinema.
Sinemayı bir sektör olarak düşünürsek bu sektörün tam ortasında Hollywood olduğunu görürüz. Hollywood, Amerikan kapitalist ideolojisinin temel unsurlarından biridir.
Çok uluslu yapısını iyi kullanan ABD, sinemada ortak bir dil oluşturmayı hedeflemiş ve Amerikan sineması, ortak ürünler kullanımına sevk ederek ortak bir kültür oluşturarak popüler kültürü beslemiştir.
Kültür en geniş biçimde, “insanın doğa karşısında, görece ayrı şekilde oluşturduğu çevre ve etkinliklerin tümü” olarak tanımlanabilir. Bireylerin ortak kabulleriyle oluşan yasalar, semboller, gelenek-görenekler, makineler, bilim ve sanat gibi maddi ve manevi ürünlerin bütünü kültürü oluşturmaktadır. Öğrenilen ve öğretilen, tarihi ve sürekli olan, belirli bir toplumsallığa sahip olan, bütünleyici ve sosyalleştirici bir ihtiyaç olan karşılama mekanizması olarak da görülebilecek kültür olgusu, değişim sürecine tabi biçimde varlığını sürdürmektedir.